
Yazmadan geçemedim, söyleyecek çok da sözüm yok. DVDsni alıp izlediğim filmdi, 'Seni O Kadar Çok Sevdim Ki'.dipnot: film biraz ağır, çok sürükleyici değil ama izlemeye kesinlikle değer!

Yazmadan geçemedim, söyleyecek çok da sözüm yok. DVDsni alıp izlediğim filmdi, 'Seni O Kadar Çok Sevdim Ki'.
Eminim 80’ler ve moda dediğimiz zaman çoğumuzun aklına aynı şeyler geliyordur. Kabarık permalı saçlar, o saçları arkadan sıkı sıkı toplayan kelebek tokalar, parlak taytlar, yüksek belli loft mavisi 1-2 beden büyükmüş hissi veren kotlar, bol ve uzun kazaklar, ve evet vatkalarla genişletilmiş geniş, daha geniş omuzlar... Hangimiz televizyon kanalları arasında zap yaparken permalı saçları ve korkunç kıyafetleriyle karşımıza çıkan Hülya Avşar ya da Serpil Çakmaklı ile dalga geçmedik ki! Ancak o çok dalga geçtiğimiz annelerimizin eski kıyafetleri sinsi sinsi bizim de dolaplarımıza girmeye başladı. Tayt üzerine giyilen tunikler, boyfriend jeanler derken bir de başımıza vatkalar çıktı.
6 ay sonra bugün ne yapıyor olurdunuz acaba? Benim için yanıtlaması çok zor bir soru değil bu, 6 ay önce de çok farklı bir şey yapmıyordum, 6 ay sonra da dramatik bir değişiklik olacağını zannetmiyorum hayatımda. Peki, yakın geleceğe ait 2 dakika 17 saniyelik bir sahne görseniz neler olurdu? Gördükleriniz hoşunuza gitmese değiştirmek için bir şeyler yapar mıydınız ve bu yaptıklarınız olabilecekleri engelleyebilir miydi? Yoksa kader yaşamak zorunda olduğumuz bir son mudur..? Son günlerde adını çok fazla duyduğum Flash Forward dizisi benzer sorulara cevap arayan ilginç bir dizi.
"Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir" lafını duyar ama pek yavan bulurdum. Meğer ne kadar da anlamlıymış...
Dün akşam yönetmenliğini Ezel Akay yani nağmıdeğer Ezop'un yaptığı 7 Kocalı Hürmüz filmini izledim. Film Sadık Şendil'in aynı ismi taşıyan ünlü oyunundan esinlenerek yazılmış. Aslında hikayesini hemen hemen hepimiz biliyoruz. Erkekleri kandıran ve onlardan para olan Hürmüz'ün kocaları ile arasındaki komik hikayelerini anlatıyor.
22 Kasım günü yoğun sis nedeniyle İstanbul Atatürk Havalimanı'nda tam bir kaos yaşanmış! Yaşanmış diyorum çünkü bu kaosu bizzat yaşayan arkadaşımın ağzından size aktarıyorum. Arkadaşımla Londra'da saat 13.30'da buluşmak üzere günler öncesinden konuşmuştuk, ben zaten Manchester'dan geliyorum, 13.30'da orada oluyorum. Arkadaşımın da normalde İngiltere saatiyle 11.30'da orada olmuş olması gerekiyor. Gelgelelim tam 11 saat (!) rötarla ancak gelebiliyor!!
Sex& The City i bilmeyeniniz yoktur herhalde. Bu anlatacağım kitap onu taklit etmekle suçlanıyor. Kitabın ismi Riyad'ın Kızları yazarı ise Raca el Sana. Kitap olarak yazılmamıştır aslında. Yazarın takma isimle, oluşturduğu bir mail grubunda her cuma gecesi okuyuculara hikayenin bir bölümünü gönderdiği bir yazı dizisi. Ve bu şekilde zaten okuyuculara ulaşabilme imkanı bulmuş, çünkü kitap basılır basılmaz derhal yasaklanmış kışkırtıcı içeriğinden(!) dolayı. Zaten henüz email aşamasındayken bile pek çok tepki almış, engellenmeye çalışılmış, protesto edilmiş.
“Is this the real life, is this just fantasy…” diyerek başlayan şarkısını yazarken dünyanın gelmiş geçmiş en güzel parçasını yazdığını bilmiyordu heralde. Giyinişi, hareketleri, cinsel tercihi ile her zaman dikkat çeken, opera ile rock müziğini inanılmaz bir şekilde birleştiren ve hala dünyanın en güçlü erkek vokali olan Queen grubunun kurucusu-solisti Freddie Mercury’yi ölüm yıldönümünde hasretle anıyoruz. Hasretle anıyoruz çünkü bana göre ondan sonra dünyaya onun gibi bir ses gelmedi.
Geçen gün arkadaşımdan aldığım bir maili sizinle de paylaşmak istedim. Malum Türk kamuoyu, domuz gribi mevzusuyla inlerken; hergün gazetelerde, haberlerde bu konuyla alakalı yeni bir iddia atılırken, Milli Gazete yazarı Mevlüt Özcan sonunda konuya açıklık getirdi. Artık rahat bir nefes alabiliriz milletçe. İşte bütün soru işaretlerini ortadan kaldıran o bilimsel açıklama:
Facebook, artık vazgeçilmez bir yaşam biçimi olarak, hayatımızın merkezine yerleşti. Yerleşti yerleşmesine de, bizi biz yapan özellikerimiz kendimizden ve sosyal hayattaki davranışlarımızdan çok Facebook'taki eylemlerimiz mi oldu? Eğer öyleyse, durum artık tehlike sinyallerini veriyor demektir.
ENGELLER
Dersin son yarım saati. Konsantrasyon kalmamış, önceki geceden uykusuzluk iyiden iyiye kendini göstermiş. Birden o sırada sunum yapmakta olan sınıf arkadaşlarımdan birinin gösterdiği sunumdaki bir resme takılı kalıyorum. Bana lise yıllarımda oynadığım Sims oyununu hatırlatıyor. Animasyonla hayat verilmiş birkaç karakterin hayatından bir kare gösteriyor. Sonra kulak veriyorum arkadaşıma. Diyor ki: “Bu, Türkiye’de etkisini çok göstermemiş, ama tüm dünyayı kasıp kavuran bir bilgisayar oyunu. Adı, Second Life. Bu bilgisayar oyunu ile birlikte ikinci bir hayat satın alıyorsunuz ve dilediğiniz gibi yaşıyorsunuz..”
Çok fazla karikatür dergilerini takip eden biri değilimdir. Özel olarak Penguen - Uykusuz gibi haftalık yayınların çıkış günlerini de sabırsızlıkla beklemem. Yanımdaki arkadaşım almışsa ya da elimin altına bir şekilde bi tane geçmişse de okumamazlık etmem. Politik göndermeler çok hoşuma gider. Yalnız bu aralar, bir arkadaşımın bu yayınları sıkı takipçiliği nedeniyle karikatüre ve özellikle de Penguen'e ilgim epey arttı diyebilrim. Yazmama neden olan da, Barış Atar'ın Penguen'deki, "Mini Çakal" köşesi.![]() |

Bir önceki yazımda Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlık mevkiinin yan gelip yatma yeri olmadığının ispatına yani mosmor halkalarla bezenmiş, çökmüş göz altlarına değinmiştim. Bülent Arınç'ı derinden sarsan bu konuya çözüm önerisi olarak çay kompresini sunmuş ve çayın içinde bulunan tanen isimli maddenin hikmetlerinden bahsetmiştim. Bugün Hürriyet Gazetesi'nde gördüğüm yine aynı konuyla ilgili Latif Demirci karikatürü, yaşlanma belirtilerinin en sık ve ilk olarak ortaya çıktığı göz altlarına "Botox" uygulaması hakkında yazmam için bana ilham verdi.
![]() |
Arkadaşlarımın birbirinden güzel restoran önerilerini okuduktan sonra ağzım sulandı ve ben de Suadiye'deki sevimli İtalyan restoranı Vapiano'dan bahsedeyim istedim.
Bu aralar tatlılar ilgi alanımı megul etmiş durumda. O yüzden her yeme içme kategorisinde, ana yemeği es geçip tatlılardan bahsedersem, şaşırmayın.Bilmeyenler için çok güzel bir tavsiyem olacak; kestaneli profiterol. Okuldan eve gelirken, arkadaşım Şeydayla birlikte Nişantaşı Backhaus'ta bir şeyler yiyielim dedik, Kasım aynının şansa güzel havasını değerlendirip bahçesinde oturduk, mönülerimizi aldık. O anda kestaneli profiterolü gözüme kestirdim. 7-8 dk.içinde sos kaseleriyle birlikte uzun beyaz bir tabak ve üstü karamel sosuyla donatılmış profiterolüm geldi. Böğürtlen sosuyla birlikte, pek yakışmayacağı düşünülse bile, inanılmazdı.
Malum Türk milleti olarak, gırtlağına düşkün bir milletiz. Blog olarak da istisna yaratmıyor, “Yeme-İçme” kategorisine gönderdiğimiz postlarla “yaşasın yemek yemek” diye haykırıyoruz. Ben de geleneği bozmayayım, milletime yeni bir lezzet tanıtayım dedim.İşte karşınızda Güney Afrika’dan dünyaya yayılan bir restoran zinciri: Nando’s...
Başlığa bakıp da futbolla ilgili bir yazı yazacağımı sananlar yanıldılar. Türk televizyon kanallarındaki programların nasıl reyting rekorları kırdığını, aslında ezeli rakip gibi görünenlerin birbirleriyle nasıl paslaştıklarını, kanal ayrımı yapmadan, örneklerle teker teker açıklamaya çalışacağım. Arkanıza yaslanın ve bu eğlenceli yazımı keyifle okuyun.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Afyonkarahisar İkbal Termal Otel'de düzenlenen Siyaset Akademisi'nin açılışında konuşan Devlet Bakanı Bülent Arınç, iktidar olmanın insanı yorduğunu, üzdüğünü, bünyeyi türlü sıkıntılara soktuğunu şu sözlerle anlatmış:
Küfür değil, Salı akşamı arkadaşım arayıp, "ne haber, nerdesin" diye sorduğunda verdiğim cevaptı "Ananın yeri". İlk başta hakaret gibi gelse de, "Ananın yeri" Kayseri'nin lezzet duraklarından bir tanesi. Aslında yazacak çok şey olmasına rağmen kaçıncı defadır yeme - içme üzerinden gidiyoruz. Ama müşteri ziyaretleri için Anadolu'nun çeşitli illerine gitmişken, yemeklerin de tadı henüz damağımızdayken, etkisini kaybettirmeden yazmak en iyisi kanımca. Geçen haftaki durağımız Bursa'da İskender Kebap'tı, şimdi ise Kayseri.

Yaşasın tembellik!
Yabancı dil hepimizin ihtiyacı. Özellikle extra bir dil öğrenirken bir çoğumuz artık ingilizceyi ana dil olarak belleyip, onunla karşılaştırıyoruz. Çantasından sözlük çıkartıp sayfaları çevirmeye bile üşenenlerin en büyük yardımcısı Google Translate de bir yenilikle karşımızda. Artık çevirmek istediğimiz kelime veya cümleler gerçek zamanlı olarak karşımıza çıkıyor. Yani fazladan bir enter tuşuna basmaktan kurtulduk. İngilizce için ise bir de ekstradan sesli konuşma eklenmiş; sanıyorum kelimeleri doğru aksanıyla vs. dinleyebileceğiz.
Google’ a bu hizmetinden dolayı teşekkür ediyor, telafuzunda zorlandığım ispanyolca harfler için bir hizmet beklediğimi de belirtmek istiyorum. “Thfı” diye okunan harf olmaz olsun.
Bu yazımda, hayatımızın olmazsa olmazı, en tatlı baharatı mutluluğa değinmek istedim. Mutluluğun tarifini yapmak gibi bir göreceyle canınızı sıkmayacağım kimsenin ve mutluluk şudur budur gibi bir bilgelikte de bulunmayacağım.Öncelikle bunun tarifi kişiden kişiye değişir elbette ama mutluluğu tanımlayabilen herkesin olmazsa olmazı yaşadıkları mutsuzluklardır. Bir mutluluğun var olması hayatında mutsuzluğun var olmasıyla mümkündür yani kısaca. Mutsuz olmadıgımız her an aslında farketsek de etmesek de mutluyuzdur teorik olarak. O zaman mutsuzlukları elimine edebilirsek mutlu olacağız kestirmeden:P. İşte bu yazımın ana teması da bu mutsuzlukları nasıl elimine edebileceğimiz olsun o halde..
Merhaba,
Kış ayları ile beraber artık haftasonu İstanbul'a yakın yerlerde geçirme planları yapabiliriz. Aslında sonbahar ve kış ayları için şanslı sayılacak bir konumdayız. Bizde bu avantajdan yararlanıp geçtiğimiz haftasonu güzel bir gezi düzenledik.
Forward maillerini sevmem ve genelde de okumam. Hele hele genelde kızlar arasında forwardlanıp durulan "bu maili 5 dk içinde 10 kişiye gönder, yarın sevgilin olsun, 20 kişiye gönder yarın gelip istesinler, 30 kişiye gönder haftaya 3üzlerin olsun" tarzı mailler nedeniyle çok arkadaşım bloklanmıştır. Ama bu sefer okuyacağım tuttu. Bu okuduğum da tabi ki de o spam mail oluşturmak için hazırlananlardan değildi. İsmi cismi verilen bir doktor tarafından domuz gribi hakkında bilgilendirme amaçlı yazılmış.Hiiiççç de eller nasıl yıkanmalı, maskeler nasıl takılmalı, gargarayı napmalı ?filan demeyeceğim! Bu yaşa geldiyseniz el yıkamayı maske takmayı filan biliyorsunuzdur zaten. Bu mailde çok ilginç bazı şeyler öğrendim. Hepsini yazacak değilim tabi, ama size ilginç sayılar;
Cumartesi akşamı sınav stresinin peak yapması sebebiyle çalışmaya biraz ara verip, sonrasında çekeceğim vicdan azabını da göze alarak kısa süreli de olsa dışarı çıkmaya karar verdim. Cadde'de yürüyüş yapmanın sıkılmış ve bunalmış bünyeye ve fazla bilgi yüklemesinden artık hararet yapmış, mola hasretiyle yanıp tutuşan beyne iyi geleceğine karar vererek kendimi dışarı attım . Tam asansörden inmiştim ki apartman kapısında "garip görünüşlü" bir adamla karşılaştım. Adamın suratı bir yerden tanıdık gelmekte ama ben kesinlikle kim olduğunu loş ışıkta çözememekteydim. "İyi akşamlar" demesiyle ses tonundan sonunda adamı gerçekten tanıdığıma inandım, ancak bu defa da sesle dış görünüşü bir türlü bağdaşlaştıramadım. Suçu dahiliye çalışmaktan kan çanağına dönmüş gözlerime buldum ve pek de emin olmasam da ben de üst kat komşumuzu anımsatan şahsa sonunda selam verebildim. Hal hatır sorma esnasında gözlerim gür ve sık, nerdeyse kaşlarının hemen üstünden başlayan saçlarına takıldı.
Haftasonu Bebek sahilinde yürürken jeeplere takıldım. Jeep denen araçlar silindir hacimleri büyük, ağırlıkları fazla olduğundan bolca yakıt tüketirler, oto yollarda hızlı gitmek için hiç uygun değillerdir,virajlarda savrulur, tırnaklı lastikleri uğuldar... Şehir trafiğinde ise gerek parkederken gerek dar ara sokaklara girerken trafiği felç eder. Hele İstanbul gibi park sorunu gündemden düşmeyen bir şehirde, iki araçlık yer işgal ettiklerinden, neden bu kadar tercih edildiklerini düşünmeye başladım.
Britian’s Got Talent, America’s Got Talent’dan sonra Turkey’s Got Talent – Türkçe uyarlaması “Yetenek Sizsiniz Türkiye” ismiyle - 14 Kasım itibariyle artık her Cumartesi Show TV ekranında.
Şu sıralar ekranlarda dönen Tadım Kuruyemiş Firmasının reklam filmi dikkatimi çekti. Kısaca reklamdan bahsetmem gerekirse. Sene 1971 siyah beyaz tek kanallı bir televizyonun karşısında, muhtemelen yılbaşı akşamında, Tadım Kuruyemişlerini yiyen çocuk elindeki paketi birden 80'li yıllardan bir gence uzatıyor. Paketi alan genç, birkaç akrobatik hareketten sonra 90'lı yıllara uzatıyor. Oradan ise paket, kuruyemiş sayesinde kız tavlamak isteyen bir çocuğun eline geçiyor ve günümüze geliyor. Sonrasında bu kuruyemişi yiyen ve bundan çok mutlu olan insanlar kare kare kaplıyor ekranı. Reklam hareketli kıpır kıpır ilerliyor ve izleyiciyi sıkmadan vermek istediği mesajı veriyor;''Tadım kuruyemişleri geçmişte vardı, şimdi var kalitemizle yüzünüzü güldürüyoruz o halde gelecektede olacağız''.Paketi elden ele uzatan gençlerde halkın simgesi oluyor.Sizler sayesinde geleceğe uzanacağız imajı yaratan firma , halka da üstü kapalı bir teşekkür ediyor.Ve başarılı bir ürün tutundurma taktiğinin sonucu olarak karşımıza bu reklam çıkıyor.
Bu blogdaki yazın hayatıma "yurtdışı deneyimi" kategorisinden hızlı bir giriş yapayım:)
Helsinki – 2 Ağustos 2006, Çarşamba
Helsinki’ye vardığımızda saat 18’e geliyordu. CSA'nın rötarı ve saatlerin Çek Cumhuriyeti’nden sonra 1 saat ileri alınması ve Türkiye’yle aynı saat dilimine dönmemizle biraz kafamız karışmıştı. Helsinki’deki mekanımız Hostel Erottajanpuisto. Girdiğimizde Finlandiya’daki genel uygulama olan ayrı kız ve erkek dorm odalarına bakıyoruz. Gayet güzel görünüyor. Herkes merak ediyor tabii ki, nerden geliyor bu esmer insanlar diye. Üzerimde Mexico 86 t-shirt’ünü gören Seattle’lı çocuk soruyor Meksikalı mısın diye. Adını şimdi hatırlayamadığım bu çocuk ve Alman irisi Stefan’la tanışıyoruz. Stefan 1 haftalığına gelmiş, bütün haftayı Helsinki’de geçirecek. Helsinki’ye 1 gün ayırabilen biz biraz duraklıyoruz, o kadar süre görülecek yer var mı Helsinki’de? Hemen şehre akıyoruz akşam olmadan mantığıyla. Buralarda akşam da olmuyor gerçekte, biraz kararıyor hava gece 11’e doğru. Gezerken bakıyoruz 2 saatte Helsinki’yi avucumuzun içi gibi biliyoruz.
Bugün insanoğlunun tartışmasız en tembel ama en açgözlü nesli yaşıyor. Çok çalışmadan zengin olmak, bir şirkette yükselmeye gerekli zaman için sabır göstermemek ve basamakları çıkacak fedakarlıkları göze almamak, “her şeyden şikayet eden” bir yapıda olmak iş yaşamı ile ilgili aklıma gelen örnekler. Fitness veya sağlık alanında ise istediği her şeyi yiyip zayıf kalmayı ya da kilo vermeyi istemek, kilo fazlalığından yağ aldırarak mideye kelepçe taktırarak kurtulmaya çalışmak, spor salonuna gitmeden ya da az giderek ve zorlanmadan çalışarak istediği görünümü amaçlamak akla en başta gelen “açgözlülük”‘ler.
Adından tahmin ettiğiniz üzere Danimarkaca "Turkish Pepper" anlamına geliyor. Danimarka kökenli, İskandinav ülkelerinde oldukça yaygın bir çeşit "şeker" bu. Danimarkalı ev arkadaşımın ülkesinden getirdiği ve çok sevdiği bir "şeker"miş, adının "Türk Biberi" olduğuna bakmayın, hayatımızda gördüğümüz,tattığımız birşey değil...
Geçen hafta yine bir müşteri ziyareti için Anadolu yakasına geçtiğimizde saat 13.00 civarıydı. Öğle yemeğini yiyip, müşteriye öyle geçeriz dedik. Ne yiyelim diye düşünürken, yanımdaki arkadaşım "Parpali" adında bir balıkçı önerdi. "Nedir bu Parpali" diye sorunca, "Balık ve Karadeniz yemekleri yiyebileceğimiz, butik bir restoran" cevabını aldım. Denizden babası çıksa yemeye hazır biri olarak, söz konusu balık olunca, sorgusuz sualsiz bu teklifi kabul ettim.
Dün sormuş olduğum zeka sorumuzu eski çalıştığım Innova Bilişim Çözümleri A.Ş den matematik konusunda gerçekten iyi olduklarını düşündüğüm Burçin Kermen, Tarık Kranda ve Cankut Eskin, biraz düşünme sonucu çözebilmişler. Hatta Cankut işi daha da ileri götürerek gökdelenin kat sayısı kaç olursa olsun cevabı verebilecek algoritmayı da yazmış. Kendilerini tebrik ediyorum bu blog vasıtasıyla..
Sorumuzun çözümü en fazla 14 deneme olmalıydı.
| Birinci Küre... | Birinci Küreyi Deneme Sayısı | Birinci Kürenin Atılacağı Kat | Birinci Küre... | Diğer Kürenin Deneneceği Katlar | En Fazla Toplam Deneme Sayısı |
|---|---|---|---|---|---|
| 1 | 14 | Kırılmışsa | 1-13 | 1+13 | |
| Kırılmamışsa | 2 | 27 | Kırılmışsa | 15-26 | 2+12 |
| Kırılmamışsa | 3 | 39 | Kırılmşsa | 28 | 3+11 |
| Kırılmamışsa | 4 | 50 | Kırılmışsa | 40-49 | 4+10 |
| Kırılmamışsa | 5 | 60 | Kırılmışsa | 51-59 | 5+9 |
| Kırılmamışsa | 6 | 69 | Kırılmışsa | 61-68 | 6+8 |
| Kırılmamışsa | 7 | 77 | Kırılmışsa | 70-76 | 7+7 |
| Kırılmamışsa | 8 | 84 | Kırılmışsa | 78-83 | 8+6 |
| Kırılmamışsa | 9 | 90 | Kırılmışsa | 85-89 | 9+5 |
| Kırılmamışsa | 10 | 95 | Kırılmışsa | 91-94 | 10+4 |
| Kırılmamışsa | 11 | 99 | Kırılmışsa | 96-98 | 11+3 |
| Kırılmamışsa | 12 | 100 | Kırılmışsa | -- | 12+0 |