1 Şubat 2010 Pazartesi

İstanbul aşkına..

Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan eve gitmek için servis aracına binmiş, elimde kitabım uyuyakalmışken birinin koluma hafifçe dokunduğunu hissettim. Uyku sersemi gözlerimi açtığımda gitgide netleşen vizyonumda hemen hemen benim yaşlarımda, kabarık (hatta “bonus” diye nitelendirilen) saçlı, hippi giyimli bir çocuk vardı, gülümseyen utangaç bir tavırla valizimi çekmemi rica ediyordu. Görünen o ki kocaman serviste yanım dışında boş yer kalmamıştı. Önümüze oturan anne ve babasıyla hararetli İspanyolca konuşmalara dalmasından anladım ki seyahatlerinin heyecan dolu ilk günündeydiler.



Tanıdık kelimeler yakaladığım konuşmalarına müdahil olmam çok zaman almadı. Zaten otellerine nasıl gideceklerini tartıştıklarından Cankurtaran’a gidiş yolunu tarif etmekle başladım işe, 5 dakika içinde adımı, mesleğimi, çalışma ve eğitim durumumu öğrenmiş, “Türk kızı” profili hakkında ilk verilerini toplamışlardı bile! Sıcak insanlar Akdenizliler.. Ben de sebebi ziyaretlerini merak ettim, Türkiye’yi neden tercih ettiler, nereyi görmek istiyorlar en çok.. vs. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edildiğinden beri akıllarına düşmüş, özellikle Tarihi Yarımada’yı adım adım gezmek istiyorlarmış.. Vapurlarının arkasından el sallarken aklımda bu proje hakkındaki önyargılarım ve belki de projeyi azımsamış olduğum vardı.






Aslında bir “Avrupa Kültür Başkenti” furyasıdır gidiyor.. Birbirinden güzel grafiklere sahip afişlerle, konuyu çeşitli şekillerde ele alan haberlerle, ve hatta kutlamaların yapıldığı gün ana sayfasını değiştiren google ile bundan haberdar olmamak imkansız. İnsanda ister istemez merak uyandırıyor, nedir Avrupa Kültür Başkenti, ve bizi ilgilendiren kısmı, ne işe yarar?

İsminin insana çağrıştırdıkları: Hem Avrupa’da olacak, hem Kültürel ve Tarihi bir yapısı olacak, hem de başkent olacak. Ufak bir araştırmayla bu analizimin üçte birinin doğru olduğunu öğrendim; Avrupa Birliği’ne dahil olmayan ülkeler de seçilebiliyormuş, ve başkent olmasına gerek yokmuş. Ne mutlu bize. Demek güzeller güzeli İstanbul’umuz Roma gibi, Paris gibi hakettiği statüye kavuşacak, prestijini ikiye katlayacak izlenimi uyandırdı bende. Bunda da yanılmışım meğer! Bir kere, bu ünvanı alan tek kent İstanbul değilmiş, Macaristan’ın Peç, Almanya’nın da Essen kentiyle beraber paylaşacakmış bu ünvanı. Hem Macaristan’a, hem de Almanya’ya gittim, iki kentin de niteliklerini az çok biliyorum. İkisi de çok şirin yerler, kendilerine göre bir tarihleri ve kültürleri var tabii ki, fakat İstanbul bir denizse Essen ve Peç göl olabilir ancak. İstanbul’la aynı kulvarda mı? Kesinlikle hayır..

Kulvarını bir kenara bırakırsak, bu proje İstanbul’a ne kazandıracak? Resmi sitesinde yazan bilgilere göre yorumlarsak, projenin İstanbul’a katkıları şu şekilde:
- İstanbul, 2006 yılından itibaren kültür ve sanat gezilerinin merkezine konulacak, turistlerin konaklama süresi uzatılacak
- Sanatsal anlamda projeler kanalıyla uluslar arası bir iletişim sağlanacak, hem Türk sanatçılar yurtdışına tanıtılacak, hem de yabancı sanatçılar Türk kültürü hakkında bilgi edinecek
- Bu projeye altyapı oluşturması açısından kentsel dönüşüm projelerine ağırlık verilecek, müze ve sanat merkezi yapılarının sayısı artırılacak.

Bu hedeflerden bazılarının bir şekilde gerçekleştiğini canlı olarak görmek bu fikrin çok da ütopik olmadığını gösteriyor ve sevindiriyor beni. Tarkan’la coşkuyla kutladığımız proje hakkındaki şevkimizi Essen veya Peç söndürebilir mi? Aslaaaa.. Önyargılarımızı kırıp optimist İstanbul aşığı tavrıyla projeyi desteklemek daha yapıcı olacak gibi görünüyor şu aşamada..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için değerlidir. Gerçekten bizi olumlu anlamda eleştiren ve ileriye götürecek eleştiriler yapmanızı diliyoruz..