25 Ocak 2010 Pazartesi

Yeni bir gün III - Bahadır Çambel'in ölümü üzerine

Hayati boyunca insani değerlere ve insanlara çok önem verdi. İnsanlarin içlerinde yer alan iyiliği hep bulmak icin uğraştı.

Hayatı boyunca bir sürü hata yaptı, ama yaptığı hatalarını da kabul etmeyi bildi ve onları düzeltmek için elinden gelen bütün çabayı ortaya koydu.

Karar verirken yüreğinin sesini dinlemeyi tercih etti, çünkü biliyordu ki yüreğinin sesini dinlemediği sürece kendine ihanet edecekti.

24 Ocak 2010 Pazar

EVDE OFİS

İş hayatının en sevimsiz özellikleri ne sizin için? 9-6 mesai saatleri mi, her sabah-akşam çekilmek zorunda kalınan korkunç trafik mi, yoksa öğle molasını beklerken geçmeyen dakikalar mı? Gelişen teknolojiyle, bu sıkıntılar zamanla son bulacak gibi gözüküyor. Eğer sizin de işlerinizi halledebilmeniz için internet bağlantılı bir bilgisayar ve cep telefonu yeterliyse, haydi taşıyın ofisinizi evinize...
Dünyada birçok meslek grubu artık işlerini evden yürütebiliyor. Türkiye bu konuda biraz daha temkinli yaklaşsa da, bazı sektörler ofislerini evlerine taşımaya başladı bile. Reklamcılar, gazeteciler, internetle ilgili iş yapanlar bu akımın öncüleri diyebiliriz. Peki bu ev-ofis uygulamasını bu kadar cazip kılan ne?

23 Ocak 2010 Cumartesi

Ayranı Yok İçmeye, Teknoloji Senin Neyine... bir karne sendromu


Milletçe bayılıyoruz en son çıkan her şeyi, hayatımıza uygulamaya. Bize uysun uymasın, bir şekile seviyoruz yenilikleri, entegre ediyoruz, ettiğimiz zannediyoruz, aslında çoğu zaman da eğreti durduğunu farketsek de görmemezliğe geliyoruz. Minicik bir salonumuz olsa da pencerelerden büyük plazmalara, gecekondularda otursak da en son model spor arabalara,
5 kuruş nakitimiz yokken ceplerimizde blackberryler i-phonelar taşımaya, doğru düzgün yemek masamız yokken ADSL bağlatmaya...vs. vs. bayılıyoruz. Ehh, bizim milletçe ekmeğimiz yok ama pastamız çok.

21 Ocak 2010 Perşembe

Arabanın camını patlattırmamak için...

Evet, arabamın camını patlattılar ve ben bu olayı çeşitli yönleriyle size aktarmak istiyorum. Arabada görünür biçimde laptop vs. bırakılmaması gibi bir şehir kanunu vardır biliyorsunuz. Cuma günü işten çıkan ve haftasonu çalışırım gibi işgüzar bir tavırla bilgisayarını yanına alan bendeniz İzmir Bostanlı’da yemek yerken bu kuralı ihlal ettim.

Ne yapmamalı?
-Arabanın ön-arka koltuğunda eşya bırakmamalı. Eşyanız değersiz, arabayı bıraktığınız yer çok işlek bir yer dahi olsa.
-Park ettikten sonra eşyalarınızı alıp bagaja kaldırmanız da uygun değil, çünkü izleniyor olabilirsiniz.
-Söz konusu bir laptop ise kafede açıp kullanıp sonra getirip arabaya koyup oradan ayrılmak, hırsızlığa davetiye çıkarmakla eş değer.

20 Ocak 2010 Çarşamba

İlk Bakışta Aşk- Efsane mi, Gerçek mi?

Google'da tamamen alakasız bir araştırma içindeyken kendimi amaçsızca bambaşka sayfalarda bambaşka şeyler okurken buluyorum bazen. Son 1 haftadır tüm vaktimi ders çalışmakla geçirmezsem vicdanen rahat olamadığım için gazete okumaya vakit ayıramamaktan, medyayla veya magazinle bağımı koparmaktan ileri geliyor olsa gerek, ders dışında ne varsa acayip ilgimi çekiyor şu sıralar. Bunun içindir ki Archives of Sexual Behaviour tarafından yapılan bir araştırma ilginç geldi ve gülümsetti beni; yıldırım aşkı denen şey gerçekten varmış ve alt süre sınırı da 8.2 saniyeymiş!

16 Ocak 2010 Cumartesi

İş Kaynaklı Hastalıklar

Geçenlerde okuduğum bir yazıda geleceğin dünyasında insanların daha az hasta olacağını çünkü çalışma şartlarının değişeceğini(olumlu yönde) söylüyordu.  Şöyle bir etrafıma baktğımda haklı olabileceklerini düşündüm.  Alerjiler, migren, ürtiker, reflü gibi hastalıklar kendimde dahil, çevremde en sık rastladıklarım.  Konuştuğumuzda doktorların sebep olarak sadece stresi gösterdikleri ortaya çıkan ilginç bir sonuç. Tabii bu herkes için geçerli olmayabilir ama çevresel faktörler özellikle psikoljik yapımızdaki bozulmalar vücudumuzda farklı tepkilere neden olabiliyor.  Bu sebeple de iyi yönde değişecek olan bir iş yaşamı bu tip hastalıkların da görülmesini azaltabileceğini düşünebiliriz.

Çok uzak zamanları beklemeden, ütopyalara kapılmadan bugünden neler yapabiliriz?  Aşağıda ilk aklıma gelenleri sıralayacağım;

15 Ocak 2010 Cuma

UYKU

Şu bilgisayarın başından kalk artık da yat uyu, uykusuzluk ilerde başına neler açacak, bak sinirlerin yıpranıyor, hadi yat uyu yat uyu yat... Off, tamam yatıyorum! (diyerek lapotopu da masadan yatağa transfer etme hali)

Her gün olmasa da, gün aşırı duyduğum repliklere karşılık yeterince uyumamış olmanın pişmanlığını her sabah ben çekiyorum zaten. Her uyandığımda da, eve döner dönmez uyuyacağım kesin diyerek açılmayan gözlerle atıyorum kendimi lavabonun önüne. Yıkıyorum yüzümü gözümü, artık çıkarırcasına suları çarpıyorum da çarpıyorum; gözler açılsa da uyku tuşu açılmamış tabii. Sonra gün akışı içinde bir yerlerde, birden uyku kaçmış, güne başlanmış olunuyor; er ya da geç.

Ama bugün, öğlen saatine gelmişiz ve uyanalı 4 saat olmuş; yine de uyumak istiyorum. Üstelik 8 saate de yakın uyumuştum. Gerçi hava da soğuk, kim istemez yorganı kafaya çekip, başı yastığa gömmeyi?

14 Ocak 2010 Perşembe

Şaşırtan Bayan; SEDA SAYAN

Başlığı görünce şaşırdınız büyük ihtimalle, ne yazdı bu çocuk? Seda Sayan'dan blog yazısı mı olur dediniz belki ama oldu işte. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Seda Sayan hayranı değilim. Hatta sanat camiasında bu hanımdan doğup, hüküm süren dobra sarışınlar akımına da karşı olduğumu önceki yazılarımdan hatırlarsınız. Bu yazımı reklam sektörüne fazlasıyla ilgi duyan, gelişmeleri takip eden biri olarak yazıyorum. Zira önce Pepsi'nin alıp, allayıp pullayıp reklamında oynattığı Seda Sayan'ı bu sefer de, 7 yıllık Ayşe Teyzesiy'le yollarını ayıran Lays patates cipsi markası kullandı. Durum böyle olunca, bende merak ettim. Neden bu dünya markalarının Seda Sayandaki ısrarı? Birkaç birşey buldum ve paylaşmak istedim.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Ticari Mitoloji




Ticari mitoloji

Aslında böyle bir kavram yok. Yada en azından google dedeye sorunca birşey bulamıyor. Ana fikrimiz ticari marka olarak kullanılan mitolojik öğeler. Çıkış noktamız bir derginin ekindeki mitoloji sözlüğü ve ardından kafaya takılan sorular, yapılan araştırma ve elde edilen bulgular.

5 Ocak 2010 Salı

Tatlı olanı var mı ki..?



Halit Ergenç'in oyunculuğunu beğenirim. Cansu Dere'nin ise duru güzelliğine bir hayranlığım vardır. Son günlerde sinema salonlarında hüküm süren Türk filmi furyasının önemli bir parçası olan "Acı Aşk"ı izlemeye karar vermemde ilk iki etken başta saydıklarım oldu. Bir de bu film sağda solda Woody Allen'ın oldukça beğendiğim filmi "Vicky Cristina Barselona"nın Türk versiyonu (versiyon ne kadar yanlış bir kelime!) olarak adlandırılınca 3 kız arkadaş soluğu sinema salonunda aldık.

Sigara (Sagliga zararlidir) zamlari , her sene yasanan traji komik kar etme(!)

Sigara icmek sagliga zararli hatta olduruyor , her yerde goruyoruz , duyuyoruz , 5000 kere dile getiriliyor ama yine de iciyoruz. Neden ? Baska bir yazi da belki ...
Deginmek istedigim konu , sigara zamminin meydana gelecegi bu gunlerde ufak marketler sigara bulmak imkansiz. Neden mi ? E zam gelecek ya...
Bizim esnafimiz , kar etmek icin , butun sigaralarini sakliyor. Ne kadar kar edecekler ?

4 Ocak 2010 Pazartesi

Sadece Geçerken Bakmak

Bu aralar iş sebebiyle çok fazla şehir dışına seyahat ediyorum. Bunların çoğu da doğu illerimize oluyor. Gezilerin hemen hepsi günübirlik olduğundan çok yorulduğumu söyleyebilirim. Sabah 04:00’de uyanıp havaalanına git. Uçağı bekle, sonra uçağın içinde kaptan pilotumuzun anonsu ile bir buçuk saat bekle, gece 12:00’de eve gel. Valla kemiklerim ağrıyor artık. Bu yazıyı da Van’dan yazıyorum sizlere.

3 Ocak 2010 Pazar

İtici bir Pazar Sabahı

Pazarları oldum olası sevmedim. Hesapta tatil günüdür ama akıllarda tatilin tüm yükünü üstüne çekmiş bir ertesi pazartesi sendromunu ölesiye yaşama zamanından öteye gidememiştir.
Bu blok şeklinde duran 5 çalışma gününü ortadan delip 2-1-2 şeklinde 2 çalış bir dinlen, sonra 2 daha çalış şeklinde bir düzene neden gidilmemiştir?Yani şöyle haftanın ortasında bekleyen, perşembe-cuma arifesinde iyi bir dinlenme imkanı sunabilecek kalite bir çarşamba tatili mutluluk hormonumuzun daha fazla salınmasına önayak etmez miydi sizce de?
Sadece ülkemizde değil tüm dünyada uygulanan sistem 5+2 şeklinde. Büyüklerimiz bu soruyu sormuşlar mı acaba kendilerine? Ya da sorduklarında ne gibi tehlikeler görmüşler acaba? Biraz kafa yorup beni aydınlatabilirseniz sevinirim. Verim düşer filan gibi klişe laflar değil fakat bilimsele yakın gerçeklikte cevaplar gelebilirse çok mutlu olurum.
Herkese iyi pazarlar...