5 Ocak 2010 Salı

Tatlı olanı var mı ki..?



Halit Ergenç'in oyunculuğunu beğenirim. Cansu Dere'nin ise duru güzelliğine bir hayranlığım vardır. Son günlerde sinema salonlarında hüküm süren Türk filmi furyasının önemli bir parçası olan "Acı Aşk"ı izlemeye karar vermemde ilk iki etken başta saydıklarım oldu. Bir de bu film sağda solda Woody Allen'ın oldukça beğendiğim filmi "Vicky Cristina Barselona"nın Türk versiyonu (versiyon ne kadar yanlış bir kelime!) olarak adlandırılınca 3 kız arkadaş soluğu sinema salonunda aldık.

Öncelikle, kötü bir film değil "Acı Aşk". Eğer herhangi bir akşam yapacak bir şey bulamasak ve ilk bulduğumuz filme bilet almış olsaydık beğenebilirdik bile. Fakat yukarıda bahsettiğim beklentilerle gittiğinizde sizi tatmin edecek elle tutulur bir gerekçe kalmıyor bu filmi sevmeniz için. Hikaye şu; Üç kadın, ve sözümona üçünü de seven, ama aslında hiçbirini sevmeyen bir adam. Adam, aslında "Issız Adam" filminin sinemamıza kazandırdığı karakterden, yani tatminsiz, mutlu olamayan modern toplum erkeğinden uzak değil. Tabii onun bu noktaya gelmesine ilişkin sebepler ve olaylar var film boyunca gözlemlediğimiz. Karakter analizi noktasında bakarsak "Vicky Cristina Barselona" filmindeki bazı durumları yakalayabiliyoruz bu filmde de.


Mekanlar ve müzikler başarılı, çok sevdiğim bir şehir olan Eskişehir'de geçiyor bazı sahneler, geri kalan kısmı ise İstanbul'da lüks bir residence'ta, özel bir üniversitede ve hep aynı boğaz manzaralı restaurantta. Görseller güzel yani, kadınlar da dahil olmak üzere. Müzikler ise, filmin eklektik yapısını yansıtıyor, bir Levent Yüksel'den "Seni Yakacaklar"ı dinliyoruz, bir "Ne me quittes pa". Afişi de çok başarılı bulmuştum önce, sonra ufak bir araştırmayla nereden esinlenildiğini keşfettim:



Filmi tam bir "Türk filmi" yapan şey, karakterler ve davranışları her ne kadar gelenekselden uzak ve kendine özgü olursa olsun, olay örgüsünün dramatik yapısı. Eski Türk filmlerini hatırlayın, "bu kadar da olmaz ki ama" dedirten bir olay örgüsü vardır; fakir ama güzel kız olmayacak bir yerde zengin adama aşık olur, sonra araba çarpar kör olur, gurur yapar adamı terk eder, bir sürü yanlış anlaşılma olur, sonra kız İsviçre'de ameliyat olup yeniden görmeye başlar vs. vs. Bir saat içinde bir ömüre sığmayacak olaya şahit oluruz, biraz eğreti ve zorlama bir dram olsa da "Türk filmi"dir o, onu öyle sever, bunun bilinciyle izleriz. Şimdi buna benzer bir yöntem sıradışı bir konu ve sıradışı karakterlerle uygulanınca beni rahatsız etti açıkçası. Olayların hızlı akması, veya sürpriz öğelere yer verilmesi tabii ki kötü bir şey değil, ama bağlantısız olayların üstüste ve gerçeklikten kopuk bir şekilde olması (spoiler vermemek için olayları söylemiyorum) filmde kendinizden bir şeyler bulmanızı güçleştiriyor.


Filmde bir edebiyat öğretmenini canlandıran Halit Ergenç'ten daha içi dolu cümleler beklerdim, belki aklımda kalan şundan daha farklı bir replik olurdu: "Hocam, abartmayı sevmiyor musunuz biraz?", "Hayır, sevmeyi abartıyorum"!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için değerlidir. Gerçekten bizi olumlu anlamda eleştiren ve ileriye götürecek eleştiriler yapmanızı diliyoruz..