23 Aralık 2009 Çarşamba

Adını Sen Koy

Türk filmlerinin vizyonda egemenliği ele geçirdiği bugünlerde ben de tercihimi bir Türk filminden; “Adını Sen Koy”dan yana yaptım. Filmin adını koymakta da sevip sevmediğimi anlamakta da zorlandığım bu Tuna Kiremitçi filmi, sanırım iyi hikayeleri olan bir yazarın sinema yönetmenliğine geçişinin çok da başarılı olmayan bir örneği...




Öncelikle, film Eskişehir’de geçiyor ve seyirciye çok güzel Eskişehir görüntüleri sunuyor. Öyle ki biz de filmden çıktığımız anda bir haftasonu Eskişehir’e mi gitsek diye planlar yapmaya başlamıştık bile…Eskişehir’i çok beğendik, bu tamam. Bundan sonra bir de İnşaat filminden de hatırladığım Ahmet Mümtaz Taylan’ı çok beğendik. Belki de filmi alıp götüren; o ve onun her an her saniye patlamaya ve intihara hazır haliyle etrafa korku salan, bir yandan da o deli deli hareketleriyle gülüp eğlenmemizi sağlayan akli dengesi bozuk bir ağabey karakteri. Karakterleri büyük tezat oluştursa da, iki çok yakın arkadaşı oynayan Ali İl ve Cemal Toktaş da yine filmin iyilerinden.

Ama bunlar ne yazık ki iki saatinizi akıcı ve zevkli hale getirmeye yetmiyor. Bir kere film çok ama çok yavaş ilerliyor. Diyaloglar sırasında oluşan uzun sessizlikler iç geçirtiyor. Gerçek hayatın birebir aktarılması gibi sunulan böyle sahneler bana göre iki saati doldurabilme çabalarından başka bir şey değil. Mesela düğün organizatörüyle olan bir sahne var ki, hiçbir içerik sunmadan 5-10 dakikanızı kilitliyor. Ayrıca birçok konunun havada kalması gibi bir sorun varken bu anlamsız sahnelerin bu kadar uzun olması sinir bozmaktan başka bir şeye yaramıyor.

Ve birçok şey gerçekten de havada kalıyor. İsmindeki boşluk içeriğine de aynı şekilde yansıyor. Evlenmeye hazırlanan bir çiftin son bir haftasını izlerken, “Bu gençlerimiz ne iş yapıyor” bilmiyorsunuz. Annesi babasını kaybetmiş içine kapanık çocuğun en yakın arkadaşının nişanlısına nasıl kızın bir resmine bakarak aşık olduğuna, o kızın da evleneceği adamın en yakın arkadaşından, neredeyse hiç konuşmadan nasıl o denli etkilenip evliliğini yanal edebilme cesaretine ulaşabileceğine akıl erdiremiyorsunuz. Orada aslında büyük bir aşk söz konusu gibiyken bu aşkın neden doğduğuna ve altındaki derinliğe inanamıyorsunuz. “Ne, niçin, nasıl” sorularınız filmin hiçbir kısmında yanıtlanmadıkça, hikayenin/senaryonun çok ama çok eksik ve kopuk olduğu ortaya çıkıyor ve böylece aşk filmi olmasına rağmen duygusal açıdan içinizde hiçbir kıpırdanma olmadan,”Oh be bitti” diyerek sinemadan ayrılıyorsunuz.

Bir de Melis Birkan var, yine filmdeki olmamışlardan. “Bu Kalp Seni Unutur Mu?”daki performansını beğenmeme rağmen, sinemada yine çok vasat ve yine çok sırıtıyor. Doğal olayım derken yapmacıklığın doruklarında geziyor adeta.

Neticede iki saatiniz bir şekilde geçiyor ama filme karşı hiçbirşey hissedemeden çıktım ben salondan. Genel olarak beğenmedim evet ama çok da nefret etmedim. Ama 30-35 dakikada da oynatılabileceği kanısındayım bu filmin. “Adını sen koy” filmi belki Tuna Kiremitçi’nin bu alandaki acemliğinden, belki eksiklerin gerçekten çok ama çok fazla olmasından, belki uzun sessizliklerden, belki sadece Melis Birkan’dan:), yani o ya da bu sebepten olmamış bir film. Adını ben de koyamadım açıkçası..:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için değerlidir. Gerçekten bizi olumlu anlamda eleştiren ve ileriye götürecek eleştiriler yapmanızı diliyoruz..