9 Aralık 2009 Çarşamba

ESKİŞEHİR, ESKİSİ GİBİ DEĞİL..!




Bayram, son beş yıldır benim için bir mola, İstanbul'un kaosundan kaçmak ve sakin bir liman olarak gördüğüm Ankara'mın kollarına atılmak için fırsat demek olmuştur. Bunun için 8 saatlik bir yolculuğun sonunda (malum bayram trafiği) kendimi Ankara'ya attığım akşamın sabahı annem beni "Kalk, Eskişehir'e gidiyoruz!" diye uyandırdığında kendimi pek de mutlu hissetmedim.
Eskişehir, köhne ve adı gibi "eski" kalmış zihnimde. Çocukluğuma inersek, Eskişehir'e hep cenaze sebepli gitmemiz, gittiğimde eski akraba evleri ve mezarlıktan başka bir şey görmemiş olmam sebep olabilir belki. Hatta üniversite sınavında Eskişehir'i kazanan arkadaşlarıma önce içten içe acımışlığım vardır. Oysa bu şehre haksızlık ediyorum, benim hatırlayabileceğim kadar kısa bir süre içinde ergenlik çağından çıkmış bir kız çocuğu gibi serpildi, değişti Eskişehir. Üniversite okumaya giden bütün arkadaşlarım da oraya yerleşmeye karar verdi..







Eskişehir'e arabayla gidilmez, çünkü 250 km/saat hızda pek hızlı tren Ankara-Eskişehir arasında faaliyet gösterir. Eğer 4 TL (yanlış hatırlamıyorsam) fark verirseniz deri koltuklarda, film izleyerek business class'ta havalı havalı gidebilirsiniz. Trenin güzel tarafı, şehir içinden binip diğer şehrin içine düşmenizdir, Eskişehir'in en görülesi yerlerine yürüme mesafesindesinizdir. (Topuklu ayakkabıyı aklınızdan geçirmeyin!) Tren garı, Haydarpaşa'nın büyük, haşmetli ve tarihi yapısından uzaktır, ama samimi havası içine çeker sizi, ilk olarak "ESKİŞEHİR" tabelasının önünde fotoğraf çektirme isteği sarar insanı.
Yolculuk acıktırdı, değil mi? Eskişehir'de çiğbörek yemek geleneksel hale gelmiştir, yemeyeni döverler, o derece.. Bunun için birkaç iyi adres vardır, ama bunlardan en iyisi çarşı içindeki Papağan bence.. Yalnız açlıktan kendinizi kaptırıp gelen çiğböreği çatalla yoklayıp soğutmaz da benim gibi direkt ısırırsanız dudak üzerinde bıyık benzeri çizgi şeklinde bir yanık iziyle dolaşmak zorunda kalabilirsiniz.




Görülecek yerler sayılacak gibi değil, Porsuk kenarından yürüyerek birbirinin aynısı olmayan köprülerin size hangi Avrupa şehrini anımsattığını düşünebilirsiniz.. Şehri derenin üzerinden algılamak için bir gondol turu patlatabilirsiniz.. Restore edilmiş konaklara ilginiz varsa Odunpazarı Evleri'nde kahve içebilirsiniz.. 1980'lerden kalma küçük dükkanlar ve "hala kaldı mı" dediğimiz bakkal, tuhafiye gibi bana çocukluğumu hatırlatan ve sebepsiz yere içimi burkan dükkanları görmek için Hamamyolu'na uğrayabilirsiniz.. Girdiğiniz umumi bir tuvalette sıcak suyla elinizi yıkarken ortaokul coğrafya derslerinde yeraltı su kaynakları hakkında söylenenleri hatırlarsınız. Eğer bir de kent plancısı veya mimarsanız kentsel dönüşüm anlamında çok ders çıkarırsınız kendinize, silodan otele çevrilen İbis Otel, halden kültür merkezine çevrilen Haller Gençlik Merkezi ve Kentpark suni plaj projesi etkiler ve şaşırtır sizi.







Kısacası, atlayın, gidin, görün.. Bir şehir nasıl kabuk değiştirebilir, böyle bir cazibe merkezi haline getirilebilir şahit olun. Son tavsiye, İstanbul ve hatta Ankara'nın soğuğunun Eskişehir soğuğu yanında ılıman kalacağını (babamın Eskişehir'de sobalı bir evde büyüdüğünü düşündükçe tüylerim ürperiyor) , karasal iklimin Eskişehir'de saltanatını sürdüğünü unutmayın.. İnanın büyük bir şehrin karmaşasından kaçıp sizi sarmalayan bir Anadolu şehrinin kucağına düşmek tahmin ettiğinizden daha iyi gelecek size..







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için değerlidir. Gerçekten bizi olumlu anlamda eleştiren ve ileriye götürecek eleştiriler yapmanızı diliyoruz..