15 Aralık 2009 Salı

Konya'dan Beklemediğim Bir Rum Yerleşkesi; Sille

Konya'yı nasıl bilirsiniz? Daha çok Mevlana ve türbesi, Selçuklu mimarisi, medreseleri ve etli ekmeğiyle mi, deprem kuşağından en az etkilenme durumu ve yüz ölçümü bakımından da en büyük şehrimiz olmasıyla mı.
Yoksa, içkinin kamu alanlarında en çok yasak olup da en fazla tüketildiği şehir olmasıyla mı? Evet Konya dendiğinde bellekte kıpraşan bilgiler bunlardı benim için, ta ki geçen haftasonuna kadar, geçen haftasonu katıldığım bir gezi sürecinde Konya'yı aklımda betimleyen bu tasvirler silindi ve yerlerini Konya'dan beklemediğim, eski bir Rum yerleşkesini aldı : Sille.


Sille, Konya'ya 8 km. uzakta; Konya dendiğinde hiç de akla gelmeyecek bir yerleşke. Gitmeden önce bilimum arkeolojik parça, toprak, çanak çömlek göreceğimi düşünerek, beklenti düzeyimi oldukça düşürdüm ve otobüse bindim. Genelde beklentileri düşürmek, düşürmeyi becerebilmek her koşulda mutlu olmak için iyi potansiyel sağlar. Sonuçta otobüsümüz Sille'ye girdiği anda ben de beklentimin üstünde bir atmosferle karşılaştım. Ve bingo! Mutlu oldum bile...

Kısaca Sille'nin Roma Kudüs yolu üzerinde yer alan ve döneminde dini bir merkez görevi gören, 6000 senelik bir yerleşke olduğunu belirteyim. Giriş yolu üzerinde; solunuzda kalacak olan oldukça geniş bir mezarlıkla ve eski tip bir Roma hamamıyla Sille'ye giriyorsunuz, buradan aslında eskiden oldukça yoğun nüfusa sahip olduğunu çıkarmış olsak da, etrafta kimseciklerin olmaması, sadece küçük çocukların 'abla şurdan, abi burdan' diye peşimize takılmasından bu yerleşkenin eskisi kadar rabette olmadığını anlamak zor olmadı. Bu çocuklar nerede okuyordu, o da ancak dönüş yolunda aklıma giren bir soru olarak kaldı.

Oldukça eski bir Hristiyan ve Rum yerleşkesi olan Sille'de tabiki de her gezinin klasik tüketim eyleminde gerçekleştirdiğimiz üzere önce mideyi memnun etmek gerekti. Çok da seçenek yok. 2003'te restore edilmiş Sille Konak haricinde zaten başka bir gıda tüketim noktası da yok. Sille'deki bu lokanta, kesinlikle hem otantik hem de görülmeye, içinde oturmaya değer oldukça sevimli bir yığma yapı. Alt katın daha loş ve hafif kasvetli atmosferi yanı sıra üst katta da bir o kadar tezat, aydınlık ve eski dönemleri yansıtan bir mekanlar bütünüyle karşılıyoruz ve her köşede fotoğraf çekme girişiminde bulunarak, alt katta bizi bekleyen Türk kahvelerini de bir güzel soğutuyoruz.
Tabi o kadar atmosferin içindeyken, günümüzün yer döşemeleriyle karşılaştığınız anda otantik duygu muygu kalmıyor; çağdaş yaşama dair melodiler 'Koçtaş'a gidiyorum, evimi çok seviyorum' sözleriyle birleşiyor ve restorasyona da restoratöre de, memleketin gidişatına ve yapılan usulsüzlüklere de bir dolu laf saydırıyorsunuz; bu da masada yeni bir muhabbet açılmasına vesile oluyor. Türk olmanın böyle bir özelliği var işte; yapılan tüm hatalı işler, ya rakı masasında ya da çay saatinde sofraya muhabbet olarak katkı sağlıyor :)
Çıkıyoruz bu sevimli yerden, tepeye doğru bir rota çiziyoruz. Dar ama boş sokaklar, ahı gitmiş vahı kalmış; içi dışına, kirişi sokağa fırlamış evler, kurumuş bir dere ve bomboş bir baraj, 'burda otobüs mü var' diye sorgulatan, biraz emanet duran ama yine de hepimizin sevimli bulduğu bir otobüs durağı ile birlikte onun karşısında kalan, yine bir restorasyon çalışması sebebiyle de içine giremediğimiz Aya Eleni kilisesiyle birlikte yürüyüşü hedefe vardırıyoruz.











Tepeye ulaştığımızda biraz tereddütle de olsa mağaralara girmeye karar veriyoruz; şansa mezarlıkların olduğu mağarayı bulmak da artık neye alametse...=) Bizim gibi 2-3 turistle daha karşılaşıyoruz. Annemin 'şimdi cesetler nerde, duruyorlar mı?' sorusunun üzerine diğer turistlerden birinin attığı lafla, anlamsız bir diyalog başlıyor: (aşağıdaki resimde bulunan adam, diyalogdaki 'T'kişisinin ta kendisidir.)


Turist- Cesetler biziz
Annem- !?)=)
T- Biz her sabah yerimizden kalkıyoruz, ziyaretçileri karşılıyoruz; her gece de bu mezarlara giriyoruz
A- !?)( =) haha
T- Kusura bakmayın bu hafta traş olamadım
A- O zaman haftaya yine gelicem, o zamana kadar olmuş olursunuz.

Herhalde bir nekropolde yapılacak en gereksiz diyalog budur. Bu kısa, mezar üstü sohbetten sonra dönüyoruz otobüse. Hava da soğumuş zaten.
Ve Sille'nin buruk, yalnız havasıyla dönüş yoluna koyuluyoruz.

Evet...

Benim beklentilerimin üstünde bir yerle karşılaştığıma bakmayın; ben gerçek anlamda bir arkeolojik
alanda, taşı toprağı seyredeceğimizi düşündüğümden, karşılaştığım sonuç beni oldukça memnun etti.(bir restorasyon öğrencisi olarak arkeolojik alanlardan hoşlanmayı isterdim ama olmayınca olmuyor...)sadece Silleyi görmek için elbette Konya'ya gidilmez ama gitmişken de, varsa gezi rotanız, Silleyi ,bu sevimli ve Konya'nın genel havasından farklı yerleşkeyi öncelikli sıranıza almanızı tavsiye ederim. Özellikle gün batımında, nekropollerin bulunduğu tepelere vuran güneş ile renk cümbüşünü ve dar sokaklardaki eski Rum evlerinin dramatik halini fotoğraflamak, gezi ruhunuzun fotoğraf makinenizle buluştuğu bir tatmin noktası olacaktır. (tabii sıkı objektifli bir makinanız varsa!)


2 yorum:

  1. Ben de Konyalıyım ancak Sille'den haberdar değildim. Bu güzel yazı için teşekkürler. Konya'ya gittiğimde akraba ziyaretleri dışında mutlaka Sille'yi de görmek istiyorum.

    YanıtlaSil
  2. bir şey katabildiysem ne mutlu bana. teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorumlarınız bizim için değerlidir. Gerçekten bizi olumlu anlamda eleştiren ve ileriye götürecek eleştiriler yapmanızı diliyoruz..